8:55 am - ZAMLAR KASAYI DOLDURDU | Bu kooperatif halka kapalı
8:03 am - ARTAN GIDA FİYATLARI İDDİALAR VE GERÇEKLER
10:24 am - MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI AÇIKLADI! Ara tatil tarihleri belli oldu
8:32 pm - TRABZON’DAN TÜİK’E TEPKİ! “Bizim aklımız ile alay etmeyin”
7:20 am - ENFLASYON ARAŞTIRMA GRUBU (ENAG): Yıllık enflasyon yüzde 88,63
6:13 pm - TASARRUF TEDBİRLERİ OTİZM’İ VURDU! Trabzon’da bir okul kapatılıyor..!
İstatistik karmaşık gelişmeleri açıklamada olduğu kadar gerçeklerin saklanması konusunda da sıkça kullanılan araçların başında gelir. Türkiye’de bu durumun en somut örneklerini Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) açıkladığı işsizlik, enflasyon ve büyüme verileri üzerinden gözlemlemek mümkün.
TÜİK, 2021 yılının ilk çeyreğinde (ocak, şubat, mart) ekonominin TL hesabıyla yüzde 7 büyüdüğünü açıkladı. Ancak aynı dönemde, kişi başına milli gelirin 9 bin 201 dolardan 8 bin 711 dolara düştüğü, TL bazında ekonomi yüzde 7 büyürken dolar bazında kişi başına düşen milli gelirin 490 dolar azaldığı görülüyor.
Geniş tanımlı işsizliğin yüzde 28, enflasyonun yüzde 17’yi geçtiği bir ekonomide yarısından fazlası tüketim harcamalarından gelen yüzde 7’lik büyüme verisinin ağır borç yükü altında ezilen halkın daha da yoksullaşması pahasına gerçekleştiği anlaşılıyor.
Milli gelir içinde emek gücünün aldığı pay yıllar içinde azalırken sermayenin kârı ve milli gelirden aldığı pay istikrarlı şekilde artmaya devam ediyor. Nitekim geçtiğimiz yılın aynı döneminde iş gücü ödemeleri yüzde 39 olurken 2021’in ilk çeyreğinde yüzde 35.5’e gerilemiş. İşçilerin reel ücretleri ve satın alım gücü düşerken, patronların kazançlarının koşullar ne kadar kötü olursa olsun artmaya devam etmesi dikkat çekici.
Bir ülkede üretim, tüketim ve bölüşüm ilişkilerinin niteliği, gelir dağılımı adaletsizliği geri plana itilerek ya da görmezden gelinerek yapılan açıklamaların, kullanılan sayısal verilerin toplumun gerçeklerini ne kadar doğru yansıttığı tartışmalıdır.
Normal bir ekonomide, gerçek bir büyümenin en somut yansıması istihdam artışı üzerinde görülür. Yeni istihdam alanları yaratılır, iş arayanlar iş bulur.
Ancak Türkiye açısından bunların hiçbiri geçerli değil. Uzun yıllardır büyüme rakamlarında temel belirleyici olanın krediler ve tüketim harcamaları olduğu görülüyor. Nitekim geçtiğimiz dönem hane halkı tüketim harcamaları yüzde 7,4 artarken, yüksek faize rağmen ciddi anlamda iş ve gelir kaybı yaşayan milyonlar bankalardan kredi çekerek borçlanmaya devam etmişler. Hane halkının gelirleri azalırken, dolayısıyla kendi ekonomileri küçülürken ülke ekonomisinin teknik olarak büyümesine katkı sunmuşlar.
TÜİK’in açıkladığı güvenilirliği sürekli tartışılan verilere, iktidar temsilcilerinin bütün iyimser söylemlerine rağmen, ülke nüfusunun ezici bir çoğunluğu uzun süredir ekonomide işlerin yolunda gitmemesinden yakınıyor. 15 aydır yaşanan salgın sürecinin ekonomik sorunları daha da ağırlaştırması, özellikle gelir kaybı yaşayan, yaşadığı kayıpları karşılamak için yüksek faizle bankalara borçlanan milyonlarca insanı resmen patlama noktasına getirdi.
Türkiye’de ekonomi başta olmak üzere, pek çok alanda kelimenin tam anlamıyla derin bir güven sorunu yaşanıyor. Ekonominin bütün alanlarında olduğu gibi, hukukta, eğitimde, çalışma yaşamında, iç ve dış politikada belirgin bir şekilde kendisini hissettiren olumsuzluklar, nüfusun büyük bölümü açısından iktidarın ekonomi politikalarına olan güvensizlik her geçen gün artıyor.
Ülke ekonomisi başta olmak üzere, toplumsal yaşamın bütün alanlarında iktidar eliyle yaratılan tahribat kolay kolay düzelecek gibi değil. Salgın sürecinde sık sık aç-kapa yapılması, normalleşme adı altında hayata geçirilen çelişkili uygulamalar, iktidarın iş ve gelir kaybı yaşayan milyonların sorunlarına kalıcı çözümler üretmek gibi bir derdinin olmadığını gösteriyor.
Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığı, kırılgan ve riskli hali devam ederken, özellikle yüksek işsizlik oranları ve hayat pahalılığı konusuna kalıcı çözümler üretmek adına somut adımlar atılmadığı sürece işlerin daha da kötüye gitmesi kaçınılmaz görünüyor.