2:43 pm - TRABZON’DA OTOMOBİL KAZASI! Baba ve oğlu yaralandı…
2:41 pm - VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI
2:22 pm - AİLE HEKİMLERİ YENİ YÖNETMELİĞE KARŞI İŞ BIRAKTI | Sağlık Hizmetleri ücretli olma yolunda…
10:38 am - TÜRK ECZACILARI BİRLİĞİ: Çok ciddi halk sağlığı sorunuyla karşı karşıyayız
8:22 am - SEBZE MEYVE FİYATLARI KATLANDI: Yurttaşın tabağında porsiyon küçülüyor
10:17 pm - BENZİN FİYATLARINA 74 KURUŞ ZAM
3:20 pm - “GEÇİNEMİYORUZ” DİYEN EMEKÇİLER ANKARA’DA YÜRÜDÜ: “Bu saltanat bitecek”
1:11 pm - KESK’İN ORGANİZE ETTİĞİ ‘GEÇİNEMİYORUZ’ MİTİNGİ: Binlerce yurttaş Ankara’da
5:16 pm - BİRLEŞİK KAMU-İŞ KASIM AYI VERİLERİNİ AÇIKLADI: Açlık sınırı 22.565 lira oldu
Laikliğin yalnız kamusal mekânlarda, kamusal ilişkilerde esas olduğuna ilişkin kanı çok yaygın olsa da hatalıdır. Laikliğin kişilere değil, devletlere atfedilmesi de aynı mantık yürütmeye dayanıyor. Oysa laiklik, devletten bağımsız olarak toplumsal ilişkilerin odağında bulunan bir ilkedir.
Toplumsal ilişkilerde ister istemez her bireyin birbiriyle çatışan menfaatleri sebebiyle alınan her karar, bir tercihtir ve menfaat çatışmasının çözümünde her tercihin gözettiği bir denge vardır.
Salt özel alana ilişkin olduğu varsayılan bir konuda alınan kararın bir başkasının menfaatlerini doğrudan etkilediği bir durumda artık bu kararın politik olduğunu görmek zor değildir. Kendi bedenimizle ilgili olarak aldığımız kararlarda mantıklı bir gerekçe sunmak, kararı akla dayandırmak gerekmeyebilir.
Kişilik hakkı, kişiye kendini ilgilendiren konularda özgürce ve hatta keyfi olarak karar alabilme iktidarını tanır. Üremeye yönelik kararın da gebeliğin önlenmesine yönelik kararın da rasyonel olması gerekli değildir.
Rasyonel olma zorunluluğunun olmadığı konularda kişinin içsel dayanağı din, gelenek, nazar, enerji gibi kanıta dayalı olmayan, tartışmanın yarar sağlamadığı inanışlar olabilmektedir.
Buna karşılık kişinin aldığı karar bir başkasını veya başkalarını etkiliyorsa, onların sağlığını tehdit ediyorsa bu menfaat çatışmasının çözümünde rasyonel olmayan gerekçelerin bir dayanak kabul edilmesi düşünülemez.
Menfaat çatışmasının adil çözümü için feda edilen menfaatin feda edilmesinin veya taviz verilmesinin akla uygun (rasyonel) bir gerekçesinin bulunması gerekir. Mantıkla, akılla, bilimsel bilgiyle gerekçelendirilemeyen bir olgu, hakların sınırlandırılmasının sebebi olamaz.
Halk sağlığı ve laiklik
Tıbbın uygulanması yönünden hasta bir kişi, tedavi olmayı dini inancını, felsefi görüşünü veya başka bir durumu sebep göstererek reddedebilir, kendisine kan nakli yapılmasını reddedebilir. Kişinin bu tercihi kendi yaşamına mal olacak olsa bile özerklik (özel yaşama saygı gösterilmesini isteme) hakkı gereği vücut bütünlüğü dokunulmazdır, kişiye rağmen kişinin tedavisinden söz edilemez.
Fakat söz konusu hastalık bizzat karar verebilecek durumda olmayan birinde görüldüğü takdirde bir başkasının kendi şahsi dini kanaatlerini gerekçe göstererek tedaviyi reddetmesi özerklik değil, dini inancını başkasına dayatması anlamına gelmektedir.
Yasal temsilcinin küçüğe veya kısıtlıya uygulanacak tıbbi müdahaleye rızası özel alana, özel yaşama ilişkin bir konu gibi değerlendirilse de bir başkası için karar verme yetkisi özgecil bir yetkidir, bu nedenle kamusal denetime tabidir.
Bu bağlamda yasal temsilci anne baba gibi veli de olsa, vasi olarak atanmış bir kimse de olsa, tanınan yetkilerin kullanımının kamusal denetime tabi olması bakımından farklı bir sonuca varılamaz. Salt kişinin kendisini ilgilendirmeyip bir başkasının yaşamını, beden bütünlüğünü, sağlığını, ilişkilerini ilgilendiren bir konuda alınan kararın rasyonel olması, akla dayanması, dolayısıyla laikliğin esas alınması şarttır.
Dolayısıyla çocuğun veya kısıtlının yasal temsilci tarafından din gerekçe gösterilerek tedavi edilmemesi de din veya felsefi görüş gerekçe gösterilerek gerektiği şekilde beslenmemesi de hoş görülemez ve bunun dayanağı doğrudan doğruya laiklik ilkesidir.
Aynı şekilde bir kişinin hastalığın önlenmesi için aşılanması gerektiğinde eğer bu hastalık bulaşıcı bir hastalıksa sadece o kişinin değil toplumun menfaati söz konusudur. Bu halde tıbbi müdahaleye rıza kişisel bir durum, özel bir mesele gibi görünse de toplum yararı yönünden menfaat çatışması vardır ve bu çatışmada verilecek kararın dayanağı da laiklik ilkesidir.
Aşı olmayı reddetmenin gerekçesi ne olursa olsun, reddetmenin bedeli eğer toplumda hastalığın yayılması olacaksa, burada dini inanca saygı gerekçesiyle bulaşıcı hastalığın salgına dönüşmesine izin vermek, bireysel menfaatin toplum menfaatine ölçüsüzce üstün tutulması ve başka başka bireylerin bireysel menfaatlerinin dini inanç uğruna feda edilmesi anlamına gelir ki bunun akılcılıkla açıklanması mümkün değildir.
Çocukluk dönemindeki bağışıklama karşısında olduğu gibi Covid-19 virüsüne karşı bağışıklık kazandırma amacıyla yapılan aşılara karşı yürütülen propagandaların pek çoğunun birçok ülkede dinden destek alan savlarla geliştirilmesi rastlantı değildir.
Aşı karşıtlığına dayanak oluşturan din dışı argümanların da kanıtlanabilir bir yanı olmadığı, safsatadan ibaret olduğu görülmektedir.
Dolayısıyla ister dini inanç, ister felsefi görüş olsun, “bence” ile açıklanan, “büyük resim” ile devam eden ve bilimsellikle uzaktan yakından ilgisi olmayan iddialarla toplum sağlığını veya kendini koruyamayan bireylerin sağlığını tehdit etmeye karşı en gerçekçi kalkan laiklik ilkesidir.
Sonuç olarak laiklik yalnızca medeni hukuk ilişkilerinde resmi nikâh zorunluluğuyla ya da ceza hukukunda zinanın suç olmaktan çıkarılmasıyla ya da ant içmeden dinsel ifadelerin çıkarılmasıyla açıklanamaz, menfaatler çatışmasında hangi menfaatin hangi gerekçeyle üstün tutulacağını laiklik ilkesi belirler.
Laiklik ilkesi akla ve bilime uygun olanın bireysel olanın ötesine çıkan yani kişiler arası (toplumsal) ilişkilere egemen olması anlamına gelir, yalnızca inancın ve vicdanın konusu olan ve kanıtlanamayan olguların başkalarının hak ve özgürlüklerine müdahale için bir sebep olarak dayatılmaması demektir.
Özetle salgınla mücadele edebilmek için aşı zorunluluğu laikliğin gereğidir.-Özge Yücel-