9:19 pm - ANMA!
9:41 am - HALKI YOKSUL BIRAKIP TERBİYE ETMEK İSTİYORLAR
10:31 pm - YOKSULLUK SINIRI MI, ENFLASYON ALTI ZAM MI? .
8:07 pm - İŞSİZLİK GİZLENİYOR MU? İnsanlar iş ekmek arama peşinde sürünürken…
6:58 pm - VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI
8:11 am - SONSUZ SAYGI VE MİNNETLE: Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk tüm yurtta anılıyor
10:57 pm - FATURALARDA YENİ DÖNEM! Elektrik ve doğal gazı zamlı ödeyecek kesim belli oldu
9:50 pm - BEKÇİLERLE İLGİLİ YENİ DÜZENLEME GELDİ…
9:12 pm - KÜÇÜK ÜRETİCİLİĞİN TASFİYESİ VE ŞİRKETLEŞME: Adım adım çökertme
Hayatımızdan gitmeyecek bir virüsle yaşamanın neye benzeyeceğini kestirmeye çalışırken, yüzümüzdeki donmuş gülümseme ve beyaz boş bir duvara kırpmadan bakan gözlerimizle verdiğimiz pozdan çıkabilmek zor görünüyor.
Hayat, dünya daha önce hiç olmadığı bir şeye benziyor, yüksek engelli bir koşuya benziyor.
Bu aralar sıklıkla kendimi, sonucundan da hiçbir zaman memnun olunamayan bir vesikalık fotoğraf için verdiği pozdan bir türlü çıkamayan “kişi” gibi hissediyorum.
Göz kırpmamaya özen göstererek kocaman açılmış gözlerle karşısındaki boş beyaz duvara bakarken, yüzümde donmuş bir gülümseme. Çekim bitecek, o sıkıcı iş tamamlanmış, fotoğraf gerekli yere yapıştırılmış olacaktı ama öyle olmadı.
Aşılama ile bitebilecek bir salgın, aşı dağıtımındaki eşitsizlik ve aşılama kararsızlığı nedeniyle, en iyi ihtimalle artık birkaç nesil uğraşmak zorunda olduğumuz kalıcı yeni bir solunum yolu viral hastalığı olarak bizimle.
Covid-19 olarak başlayan salgın, virüsün kendisinden türeyen farklı çeşitleri ile Covid-2020 ve Covid-2021 oldu çoktan.
Virüsteki bu çeşitlenme, virüsün ulaşabileceği son zirve mi başka bir zirve olur mu, aşılama ile ilişkili başlangıçtaki iyimserliği dağıtan insanoğlunun tutarsızlığı yeniden bir toplumsal sözleşme çerçevesine döner mi bilemiyoruz.
İşte bu nedenlerle ve hemen şimdi, cevabını çok merak ettiğimiz ve kolay görünen şu; “Ne zaman bu salgın yokmuş gibi yaşayamaya başlayacağız?” sorusunun kendisi çok karışık aslında.
Salgın geldiği gibi aniden değil yavaş yavaş gidecek.
Ama bu bitiş için kesinlik ve zaman tanımı olmadığını kabul etmeliyiz.
Bir toplantımızda katıldığı söyleşide Çetin Balanüye, salgını “ender fenomen” olarak tanımladı ve ender fenomenler değerlidir dedi.
Bize düşenin bu gerçekliğe en iyi şekilde ve ihtiyatla eşlik etmek olduğu aşikâr.
Ama, ölümcül ve yıkıcı bir hastalığa karşı bilimin yüzlerce yıllık birikimiyle verdiği cevabın tartışılma ve çekiştirilerek, varoluşa dair tüm gerçeklikten koparılma biçimine bakınca, salgının kendiliğinden gidişine teslim olacağımız, o kendiliğinden gidişin, fatura ve belirsizliğini ise anlayamadığımız anlaşılıyor.
ÇÖL ÜLKESİNDE YAĞMUR TAHMİNİ
Tıpkı, birbirimizle olan sosyal ve biyolojik bağı, insanın doğal halinin varoluş ısrarını sürdürmesine yetemeyen bir hal olduğunu anlayamadığımız ve bu nedenle yüzlerce yıl önce bir toplumsal sözleşme imzaladığımızı anımsayamadığımız gibi.
Şimdi bu salgın ne zaman bitecek sorusuna verilen ve yakın vadede kullanışlı görünen cevaplara gelince, onu da Çetin Hoca’nın örneği ile cevaplayım.
“Çöl ülkesinde güneşi tahmin etmeniz değil yağmurlu günleri bilmeniz değerlidir.”
Zaten, sanki öyle bir cevap varmışçasına ve ceplerindeki bir not defterinden okunacak yakınlıktaymışçasına davrananların ve salgını sosyal medya mesajlarıyla, iyi dilek ve temennilerle yönetenlerin bıraktıkları kayıtlara bakınca, çöl ülkesinde güneşli günler tahminlerinde bile yanılmış oldukları gerçeğiyle karşılaşacaksınız.
Aslında olup biten tümüyle canlılık alameti, yani “varoluş ısrarı.”
Güçlü olanın kalıcı olacağı bir varoluş ısrarı.
Virüs kalıcı olabilmek için fırsat bulduğunda bağışık olmayan tüm insanlara bulaşıyor, bulaşırken çeşitleniyor, çeşitlendikçe çevreye uyumu ve bulaşıcılığı artıyor.
Salgının başından itibaren üç farklı “varyant” ile üç farklı dalga yani pandemi içinde pandemiler yaşandı ve dalgaların her biri, bir öncekinden daha büyük ve ürkütücüydü.
Virüsler böyledir, tüm canlılar âlemini hastalandırabilen bir canlılar âleminden gelirler.
Varoluş ısrarları bizden üstün, mutasyonun her türlüsünü yaşayan, mutasyonun her türlüsüne uğrayabilen canlılardır.
Bu evrende virüsler bir okyanus, biz ise o okyanusta bir adayız.
Kolektif cevap veremediğimiz bu küresel sorunda artık her birimiz için mesele, doğal ya da aşı yolu ile edinilmiş bir bağışıklığımız yokken virüs tarafından bağışıklıklarımızın mı, yoksa tersine edinilmiş olan bağışıklığımız ile virüsün mü test edileceği.
Bildiğimiz kadarıyla, en üçlü bağışıklık cevabını, aşı ve doğal enfeksiyon karışımı olan insanlar veriyor.
Ama bu süper bağışıklık gelişsin diye doğal enfeksiyona izin vermek adeta rus ruleti oynamak gibi.
Çünkü Covid hastalığı, kalp, böbrek, merkezi sinir sistemi üzerinde kalıcı etkiler bırakabiliyor, uzun süreli ve yaşam kalitesini, verimliliği etkileyen şikâyetlere yol açabiliyor.
Hatta salgın sonrası dönemde, Alzheimer ve Diyabet gibi hastalıklarda önemli artış olacağı öngörülüyor.
Örneğin, 1918 İspanyol gribi’nin “ensefalitis letarjika; uyku hastalığı” olarak tanımlanan bir başka salgın ile ilişkili olabileceği düşünülüyor.
Bu grip salgını sırasında doğanlarda “Parkinson Hastalığı” sıklığının iki üç kat fazla olduğu düşünülüyor.
Dönem salgınları, bu salgın kadar yazılıp kayıt edilmemiş olmasa da şunu biliyoruz.
1918 yılında başlayan o salgından sonra, grip virüsü 1950 yılına kadar defalarca milyonlarca insanın ölümüne yol açan ataklar yaptı.
Ancak 1957 yılında farklı bir grip virüsü geliştiğinde, İspanyol gribi atakları bitmiş oldu.
Aşısı 1940 yılında bulunan grip için sonraki salgın ataklarının başlangıcında aşılamanın devreye sokulması ile felaketin ilk salgındaki kadar büyümesi önlenebilse de, grip her yıl mevsimsel salgınlar yaparak tekrar büyük bir “pandemi” yapabilme potansiyelini sürdürüyor.
VİRÜSLER ŞAŞIRTICI VE ISRARCI
Covid, daha ölümcül bir hastalığa dönüşür mü sorusunun cevabına kesin hayır diyebilmek mümkün olmasa da, çok hastalandırıcılık (virülans) virüslerin kalıcılık ve uyum için çok gereksinim duydukları bir özellik değildir.
Ayrıca aşı, virüsle enfekte olmayı engelleyemese de, çoğunlukla virüsün akciğere tutunmasını yani alt solunum yollarında çoğalmasını engelliyor ki, bu da virüsün daha hastalandırıcı olmasını kolaylaştırmayacak gibi görünüyor.
Ama virüsler şaşırtıcıdır, varoluş konusunda ısrarcıdır ve ne yapacaklarını tam olarak “yapacaklarını- yaptıklarında” anlarız.
Özetle, hayatımızdan gitmeyecek bir virüs ile yaşamanın neye benzeyeceğini kestirmeye çalışırken, yüzümüzdeki donmuş gülümseme ve beyaz boş bir duvara kırpmadan bakan gözlerimizle verdiğimiz pozdan çıkabilmek zor görünüyor.
Hayat, dünya daha önce hiç olmadığı bir şeye benziyor.
Belki de kırılgan, korunması gereken gruplar için yüksek engelli bir koşuya benzediği söylenilebilir.
Çoğumuz ya üzgünüz, ya depresyondayız ya yaşadığımız kayıplar sonrası stres içindeyiz.
Dünyaya hiza veren ABD’de her 500 kişiden biri bir yakınını kaybetti.
Gözle görünür elle tutulur olmayan bu salgının kaldığı süre boyunca yarattığı doğrudan ve dolaylı hastalıklar ve ölümlerin bilançosu, bireysel ve toplumsal, psikolojik ve biyolojik ve çevresel yakıcı hasarın yükünü gösterecek.
Mesele şu ki, belirliliğe programlanmış yaşamlarımızda, cevabı henüz olmayan en karmaşık sorumuz olan “ salgının ne zaman ve nasıl biteceği” cevapsızlığı ile belirsizliğe güzelleme yapıyor.
O çok lezzetli söyleşide, Çetin Balanüye’den şu alıntılar ile sürdüreyim.
“Gerçekliğin karmaşıklığı her karşılaşmayı ciddiye almayı gerektiriyor.”
“Hakikati daha az yanılgı ile kavrama çabası hiç bırakılmamalıdır.”
Aynı lezzetli söyleşide buluştuğumuz Agah Aydın’ın şu sözleri ile bitireyim.
“Biz insan olmak için büyük bedeller ödedik, arzularımızdan isteklerimizden vazgeçtik, söze girmek için çok bekledik.”
Bu yazının yazıldığı tarihte, resmi kayıtlara göre dünyada beş milyon kişi salgın nedeniyle ölmüş, iki yüz elli milyon kişi hastalanmıştı.
ABD’de 80-100 bin kişi hastalanıyor ve yaklaşık olarak günde 1500-2000 kişi ölüyor.
Rusya’da ise yaklaşık 40.000 kişi hastalanırken ölüm sayıları her gün 1000’in üzerinde.
Gelişmiş ülkeler, üçüncü dozlar ile kışı geçirmeye hazırlanırken, az gelişmiş ülkelerde ilk dozlarını yaptıranlar yüzde 3,3 olarak bildirildi.
Prof. Dr. Esin Şenol Davutoğlu/BirGün